|
Zeren ÜNAL Ankara Şube Başkanı |
Kadınlara "Seçme ve
Seçilme Hakkı" Verilişinin 78. Yıldönümü Kutlu Olsun...
Atatürk, toplumun bir parçası olan kadınların her alanda
ileri bir seviyede olmasını arzu etmiştir. Daha önceleri Osmanlı toplumunda kadınlar yaşamsal ve sosyal
açıdan hiç bir öneme sahip olmazken, Medeni Kanun’la kadınlara toplumsal açıdan
bazı haklar tanınmış, siyasal açıdan pek bir değişiklik olmamıştı.
Atatürk’ün yapmış olduğu girişimler neticesinde, Türk
kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından
bir dizi değişiklikler yapılmıştır. Kadınlara, 1930 yılında belediye
seçimlerinde seçme, 1933 yılında çıkarılan Köy Kanunuyla muhtar seçme ve köy
heyetine seçilme, 1934’te Anayasada yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme
ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını layık olduğu değere
kavuşmuştur. Kadınlara tanınan bu hakların o yıllarda bir çok Avrupa
devletlerinde bile bulunmayışı, Atatürk’ün kadın haklarına verdiği değer ve
önemi en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Atatürk Devrimleri
Açısından
Türk Kadını
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, 1926 – 1934 yılları arasında
gerçekleştirilen Atatürk Devrimlerinin bir kısmı, kadınların sosyal ve kültürel
alanlarda, eğitimde, hukukta, aile içinde, çalışma hayatında, toplumsal yaşamda
ve siyasette erkeklerle eşit haklara sahip olmasını hedeflemiştir.
Bu konuda yapılan yasal düzenlemeler, Türkiye
Cumhuriyeti’nde toplumsal alanda yapılan en önemli yeniliklerdendir ve birçok
Avrupa ülkesinden daha önce gerçekleştirilmiştir. Fransa ve İtalya’da kadınlara
1946’da, İsviçre’de ise 1971’de seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Atatürk’ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama
katılmaları yönünde bir dizi değişiklik yapılarak, 1930′da belediye
seçimlerinde seçme, 1933′te çıkarılan Köy Kanunu’yla muhtar seçme ve köy
heyetine seçilme, 5 Aralık 1934′te Anayasa’da yapılan bir değişiklikle de
milletvekili seçme ve seçilme hakları tanınmıştır.
Eski Türk Devletlerinde kadınlar aile hayatında, mirasta,
devlet yönetiminde hak sahibiydiler. Osmanlı Devleti’nde ise İslamiyet’in de
etkisiyle kadınlar birçok sosyal, kültürel ve siyasi haktan mahrumdu. Örneğin;
nüfus sayımında toplama dahil edilmiyorlardı, aile hayatında haremlik-selamlık
vardı, yüzlerini peçeyle örtmek kanunlar nedeniyle zaruriydi, evlenme, boşanma
ve miras işlerinde ikinci plandaydılar ve devlet memuru olamıyorlardı.
Çağdaş, demokratik ve laik bir Türk toplumunu hedefleyen
başta Mustafa Kemal Atatürk, dönemin hükümetleri ve TBMM, kadınların insan
haklarından eşit olarak yararlanması için gerekli düzenlemeleri yapmışlardır.
Kadın hakları ve kadınların erkeklerle eşitliği konusunda
geçen asırdan itibaren batı ülkelerinde ve toplumlarında yoğun mücadelelerin
verildiği ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’ nin bu
mücadelelerin en şiddetlilerini yaşadığı bilinmektedir. Ülkemizde, gerek
Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kendi hakları
konusunda, batı ülkelerindekine benzer şekilde mücadele ettiklerini söylemek
mümkün değildir. Ama biz kadınlara birçok batı ülkesinden daha evvel bu hak
Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur.
Cumhuriyet Dönemi ve Kadın Hakları teokratik bir devlet
yapısının ve kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin olduğu
Osmanlı İmparatorluğu’ ndan, kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği modern
Türkiye Cumhuriyeti’ ne geçiş, bir çok devrimler ile mümkün olabilmiştir. Bu
devrimler içinde, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak
toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır ve Atatürk Devrimleri’
nin en önde gelenlerinden birisidir. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi
tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını “şeriat” zincirinden
kurtaran Medeni Kanun ile, Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların iade
edilmesinin temeli oluşmuştur.
Artık kadın güçlenmeye, kişiliğini bulmaya başlamış ve
erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır. Türk Kadınına Seçme
ve Seçilme Haklarının Verilmesi Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip
olan Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930′ da kabul edilen bir yasa
ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1931 yılında da Türk kadını
ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya
başlamıştır. 4 Mayıs 1931′ de ilk toplantısını yapan IV.., TBMM tarafından 26 Ekim
1932′ de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu
üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934′ de kabul
edilen ve 5 Aralık 1934′de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın-erkek
eşitliği alanında bütün haklar, “Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı”
nın tanınmasıyla verilmiş oluyordu. Atatürk’ ün Kadın Hakları Konusundaki
Görüşleri ve Gerçekleştirdikleri, bugün dünya aydınlarının ve Birleşmiş
Milletler Teşkilatı ‘nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler,
Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına
sokulmuştur. Atatürk, Cumhuriyet’ in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923 ‘de
şöyle demiştir:
“Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi,
kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak
demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı
faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.”
Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle
kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk’ ün Türk kadınına beslediği
sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı’ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir.
1923 yılında Konya’ da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir
içtenlikle dile getirir.
“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından
fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar
emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını
kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki
yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep
onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü
hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle
sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”
Atatürk 30 Mart 1923′
de Vakit Gazetesi’nde yayınlanan bir beyanatında;
“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan
oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim
de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa
bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?”
Türkler tarih boyunca, baba erkil denilen aile yapısını
gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk, milletin
geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı, bir
duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olmuştur.
“Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar
üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyerek, yaptıklarının gerekçesini az, öz
ve muhteşem bir ifade ile belirtmiştir. Kadınların giysileri de Atatürk’ ün
üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk, 1 Eylül
1925′ de İkdam Gazetesi’ nde yayınlanan bir beyanatında şöyle dedi:
“Bazı yerlerde
kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer bir şeyler
asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir
veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir
millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir?
Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır”.
1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk, örtünen kadınlarla
ilgili şunları söyledi:
“Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı
dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu
ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az
kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz..”
31 Temmuz 1932′ de Türkiye güzeli Keriman Halis’ in,
Belçika’ da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk O’na “Ece”
ünvanını verir ve Türk kadınına şöyle seslenir:
“Şunu ilave edeyim ki! Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı
olduğunu tarihten bildiğim için, Türk kızlarından birisinin dünya güzeli
seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu
hatırlatmayı da lüzumlu görürüm: Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi fenni
tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık olunuz ve bu gelişmelerin
aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya
mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek
kültürde ve yüksek faziletle dünya birinciliğini elde tutmaktır.”
Atatürk, 18 Nisan 1935′ de kendisinin himayesinde İstanbul’
da toplanan ve aralarında ünlü nükleer fizikçi Madam Eve Curie’ nin de
bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen kadınların katıldığı
“Milletlerarası İlk Kadın Kongresi” delegelerine şöyle seslenir:
“Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın
barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz.”
Ulu önder, Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve
Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle
belirtmiştir:
“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer
kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve
kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın
Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne
çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen
ve buna kesinlikle emin olanlardanım.”
Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemine
inanan Atatürk, şöyle demektedir:
“Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti
öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar
yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.”
Türk kadını, yüzyıllardır özlemini çektiği haklarına sahip
olmada; en azimli, inançlı ve güçlü desteği Atatürk’ ten almış ve çağdaş ülke
kadınlarının önüne geçmiştir. Örneğin; İtalya’ da kadınlar ancak 1948 yılında
seçimlere girebilmişler. Japon kadınları ise seçim haklarını ancak 1950 yılında
alabilmiştir. Medeni Kanun’ ları aldığımız İsviçre’ de ise, kadınlar haklarını
1971 yılına kadar alamazken, çağdaşlamada örnek aldığımız İsveç ve Danimarka
gibi ülkelerde de durum farklı değilken, Türk kadınına 1935 yılında seçme ve
seçilme hakkı tanınmıştır. Bu vesile ile bakın Atatürk nasıl seslenir:
“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün
milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki
Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki
medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında
muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe
kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle
haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda,
kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve
lihakatle kullancaktır.”
Atatürk hayatta iken yapılan son seçim olan, 1935 yılı
seçimlerinde ilk kez seçilme hakkını da kullanan Türk kadını, TBMM’ ne onsekiz
kadın milletvekili ile girmiştir. Bu onsekiz Türk kadının yüce meclisin
çalışmalarına ne ölçüde katkıda bulundukları ve kararlarında ne denli etkili
oldukları meclis tutanakları ile sabittir. Ayrıca kişisel tutumları da övünç
vesilesi ve geleceğe olan inançları kuvvetlendirici mahiyette olmuştur.
Atatürk’ ün, çağı ve değişeni değil, değişecek zamanı milletine göstermesi,
kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında, “BM İnsan Hakları Evrensel
Bildirisi”, “İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi konular, daha insanlık tarihinin
ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına, haklarını vermesinin değeri daha iyi
anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk’ ü örnek bir
lider almışlarsa, kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de, onu bir
devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık
tarihi boyunca, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir lider kadın hakları konusunda
Atatürk kadar önsezili ve öngörüşlü olmamış, onun kadar uğraş ve savaş
vermemiştir. Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına, ne mutlu O’na sahip
olan Türk milletine…
(Kaynak: Emekli Amiral Çetinkaya APATAY; “Atatürk
Türkiye’sinin Türk Kadını’na Kazancı” Kitap Ticaret A.Ş. 1996)