19 Mart 2013 Salı

BİZ DE "8 Mart Dünya Kadınlar Gününde" ORADAYDIK!....

oje mutluluk, şap mutsuzluk
Ahmed Arif’in, memleketine gelen baharı müjdelediği o taş duvarlara, demir kapılara, kör pencerelerin ardına gidiyoruz. Sincan Cezaevi’ne doğru yürek burkan bir yoldayız. Dünya Kadınlar Günü’nü, demir kapılar ardında tutsak edilmiş kadın mahkumlarla kutluyoruz.
AZ gidiyoruz, uz gidiyoruz. Dere tepe düz gidiyoruz. Gittikçe azalıyor sesler, binalar. Şehir uzakta kalıyor. Sevgililer Günü kadar bile kabullenemediğimiz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü Sincan Cezaevi’nde kalan kadın mahkumlarla kutlamaya gidiyoruz.
Sincan’a doğru hediyelerin yüklendiği kocaman bir otobüsle, aralarında: Gelincik Projesi kapsamında etkinliğe katılan "Uluslararası Türk Kadınlar Konseyi, Ankara Şube Başkanlığı" Üyeleri, Uluslararası bazı Federasyonlara bağlı Dernek Şubeleri ve yine Uluslararası Soroptimist Kulüpleri Federasyonu’na bağlı Emek, Çankaya ve GOP Kulüpleri ile beraberiz.
Otobüs yol aldıkça sesler, binalar azalıyor. Şehir arkamızda kaldıkça yaşam da kendini yavaşlatıyor.
Hediyeler arasında kadınlara özel temizlik malzemeleri büyük önem taşıyor. En özel jest ise oje. Bu ziyareti ve yardımları organize edenlerden biri olan Hale Hanım’a "Neden oje?" diye sorulduğunda gülümsüyor ve ekliyor:
"Kadın, her yerde kadındır!"
Gözbebeği dedektörü ve mantıcı kadınlar
"Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü" tabelalarını görmeye başladığımızda dernek üyeleri kadınların yol boyu süren neşeleri, yerini hafif bir tedirginliğe bıraktı. Gri duvarları, nöbet bekleyen askerleri ve dört bir yanımızda uzanan çorak topraklarıyla Sincan Cezaevi tam karşımızda duruyor.
İçeri girebilmek için birkaç aşamadan geçmek gerekiyor. 
Tıpkı havaalanındaki kontroller gibi kemerlerin, ayakkabıların, takıların da çıkarıldığı ilk kontrol tamamlanıyor.
Ardından sıra göz kaydına geliyor. Makinalar biraz yavaş olduğundan, 50 kişilik grubun kaydının alınması biraz uzun sürüyor. İçtenlikle gülümseyerek bizi karşılayan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürü Ferit Çaydaşı hemen espriyi patlatıyor:
"Hürriyet Gazetesi değil mi? Tek kişi misiniz? Tamam, hemen size F tipi tek kişilik bir hücre hazırlatıyorum."
Çaydaşı’nın "firarileri önlemek için" diye açıkladığı, kişileri gözbebeğinden tanıyan makinadan onay aldıktan sonra demirler arasından koridora süzülüyoruz.
İlk olarak "mantıcı kadınlar" ile karşılaşıyoruz. Beyaz önlükleriyle mutfakta çalışan bu kadın mahkumlar, yaptıkları mantıları büyük bir alışveriş merkezine satıyorlar. 
Uzun koridoru yavaş adımlarla geçiyoruz. Sağ tarafta demirli ve telle çevrilmiş pencereler, pencelerin ardında rengarenk oyun parkı gözümüze çarpıyor. Dört duvarın çevirdiği ve pencereden görünen bahçede, mahkum çocuklarının kendilerini "hapis" gibi hissetmemesi için gösterilen çabaya şahit oluyoruz.
Koridorun sonunda bir stant görüyoruz. Hurç, örtü gibi çeşitli tekstil ürünlerinin satıldığı bu stant, kadın mahkumların el emeği göz nuru işlerinden oluşuyor. "Bu kaça, şunun örtüsü var mı?" gibi sorularla burada da biraz oyalandıktan sonra yemekhaneye açılan bir odaya geliyoruz.
Tavşan kanı çaylar zarif ve utangaç kızların elinden sunuluyor. Öyle zarifler ki, sanki çay değil de, Hasan Sabbah’ın fedailerine vaat ettiği cennetteki güzellikleri ikram ediyorlar. Kiminin kırmızı ruju, kiminin gömleğinin yakasındaki fırfır, kiminin çekingen bakışları.. Sade ama şık bu mahkum kadınlar, oradan oraya koşturarak ellerinden geldiğince bizi misafir etmeye çalışıyor.
O sırada bir görevli yanıma yaklaşıp kulağıma fısıldıyor:
"Onlara kimliklerini, geçen ve kalan zamanlarını ve neden burada olduklarını sormayın."
Hep birlikte beklendiğimiz büyük salona gidiyoruz. Daha içeri girmeden bizi meraklı gözlerle karşılıyorlar. Aile, çocuklar, koca, özgürlük, af.. Hepsi dertli, hepsinin gözlerinde hüzün var.
Hepsi de yaşadıkları sıkıntıları anlatmak için can atıyor aslında. Özledikleri, bekledikleri, hayalleri ve şu taş betonların arasında olanları anlatmak istiyorlar. Bir dokunsam, içlerinde tüm birikenler dökülecek önüme sanki.
Yemeklerde şap şikayeti
Rastgele bir kadın mahkumun yanına yanaşıyorum. "Konuşmak ister misiniz?" soruma çekingen yaklaşıyor. "Ay ne desem ki?" diye arkadaşına sorarken, ben içeriyi soruyorum, burada neler yaptığına, ne sıkıntıları olduğuna geliyor konu.
"Yemeklerde şap var" deyiveriyor birdenbire. "Kimse sesimizi duymuyor burada. Bizim yemeklerimizde de şap var. Şaptan beynimiz tıkandı. Düşünemez olduk. İnanabiliyor musunuz, annemin babamın adını unutacak hale geldim!"
Uzun yıllardır tartışılan yemeklerdeki şap konusu bir kez daha böylece gündeme geliyor. Cezaevlerinde sadece erkek mahkumların yemeklerine konulması gereken şapın, kadın mahkumların yemeklerine de konulduğu iddiası yıllardır gündemdeki yerini korur. Öyle ki geçtiğimiz sene bir cezaevi görevlisinin "Kadınlara ayrı yemek mi yapacağız? Sizinkilerde de şap var tabi!" dediği bile kulağıma çalındı.
Sincan Cezaevi ne kadar yeni, donanımlı ve modern olsa da, kadınlarda üreme sorunlarına yol açan şap, burada da kendine geniş bir tartışma alanı yaratmış bile…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder